Kalktı kayanın üzerinden, yürüdü mağaranın önüne doğru. Çömeldi, siyaha yakın, koyu yeşildi yerdeki çimenler ve toprak nemli, dirençliydi. Çimenleri ve üç yapraklı yoncaları yoldu; kolayca koptular topraktan, zayıftılar. Onları yolduğu yerdeki toprağı avuçladı. Eline aldı, kaldırdı. Elinin içinde sıktı onu, bıraktı. Bir hareket oldu, bir ses… Döndü hemen arkasını, eli beline gitti. Oradaki çalılar sallanıyordu. Bir sincap ağaca çıktı kocaman ve uzun tüylü kuyruğuyla. Bir yusufçuk kuşu öttü uzun uzun. Pembe’yle Ülkü de öyle miydi? Ama o zaman onların yüzleri neredeydi şimdi, bakışları? Ne zaman fark edeceklerdi onun oradaki varlığını? Ülkü’nün kapıyı vurup da gidişi ve o kapıyı çaldığında Pembe’nin kapıyı açışı… İçeriden gelen televizyon sesi, arkasındaki loş ışık, birinin zemine sürterek ağır bir eşyayı kaydırması, düdüklü tencerenin ötüvermesi… Daha ilk anda anlamıştı hâlbuki, değil mi? Tanırdı o, onu, iyi tanırdı. Artık geriye dönemezdi; bu mümkün değil. Tek başınaydı. Bunun affı yoktu. Ve diğerleri, o hep yanında ve arkasında olanlar… Onlara ve onları var eden Tanrıya da inancı kalmamıştı artık. Ne komik, hâlbuki kovulduğu yer cennet bile değildi. Hiçbiri felaketten başka bir şey getirmemişlerdi, hem de başından başlayarak. Teslim olmayacaktı onlara. İhanet cezasız kalamazdı. Kalmamıştı, kalmayacaktı da. Sonuna kadar insanlığın yüzünde, içi kıvıl kıvıl irin kaynayan bir çıban gibi devam edecekti yaşamaya. Sonuna kadar…
Verilerin aktarımı devam etmektedir
Bu kitap aşağıdaki Dijital Hak Yönetimi (DRM) Koşullarıyla belirlenen süre için kullanılabilmektedir:
Değerli kullanıcımız, indirmek istediğiniz kaynak 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri kanunu kapsamında kullandırılmakta olup, telif hakları doğrultusunda 3 gün süreyle şifreli olarak indirilecektir. Süreniz dolduğunda ilgili kaynağa çevrimdışı erişim hakkınız bitecektir. Bu kapsamda kaynağı indirmeye devam etmek ister misiniz?
İndirdiğiniz kaynağı görüntülemek için yönergeyi takip ediniz