Tarihin en eski çağlarından bu yana pek çok toplumda geniş kitleler bilimsel aydınlanmalardan, bilim teoriğinden, bilimsel ve teknik gelişmelerden uzak tutulmuştur. İster bilim insanı olsun, ister bilimin uzağında tutulmuş farklı toplum kesimleri olsun; insanoğlu doğasında “öğrenmek ve bilmek” arzusunu hep barındırmıştır. Bu arzu aslında insanın doğasında olan meraktır. Merak, öğrenmek ve anlamak içgüdüsü olup araştırmak ve bilmek için sarf edilen çabadır. İşte bu nokta “Bilmek” ve “Bilim” kelimelerinin anlamlarının farklılaştığı yerdir. Meraktan doğan öğrenmek, bilmek, bilgi sahibi olmak insanoğluna ne denli çekici geldiyse, öğrenmenin ve bilmenin kurumsallaşmış hali olan bilim de çok defa o denli soğuk ve uzak gelmiştir. Hatta bugün bilimin kulağa “soğuk ve uzak” gelmesinin ötesinde, yer yer “düşman” olarak görüldüğüne de üzülerek tanıklık ediyoruz. Oysa bilim en sürükleyici romanlar kadar merak uyandırıcı, en güncel haberler kadar heyecan vericidir. Bireylerin ileride gerçekten özgür ve mutlu bireyler olmalarını istiyorsak bu heyecanı onlara yaşatmalıyız. Okullarımızda bilimsel düşünceyi daha iyi anlatabilmenin yollarını mutlaka bulmalı ve bilimi sevdirmeli; ayrıca bilimin herkese yetecek kadar uçsuz bucaksız bir hazine olduğunu idrak etmelerini sağlamalıyız. Bugün insanlığın vardığı uygarlık düzeyinin temelini bilimsel düşünce tarzı ve bilimsel metodlar oluşturmaktadır. Bu temel, bizim toplumumuz için daha yüksek, daha geniş anlamlar taşımaktadır. Cumhuriyet’e kadar üç yüzyıl bilim ve bilimsel gelişmelerin çok uzağında tutulan Türk Toplumu, askeri zaferlerin hemen akabinde cumhuriyetin ilanı ile birlikte bilimi ve fenni esas alan, yüksek ivmeli bir ilerleme projesi başlatmıştır. 30 Ağustos Zaferi’nin henüz ikinci yıl dönümünde, Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk Dumlupınar’da yaptığı konuşmasında, “Uygarlığın yeni buluşlarının ve fennin harikalarının, cihanı değişmeden değişmeye sürükleyip durduğu bir devirde, yüzyılların eskittiği köhne zihniyetlerle, geçmişe kölecesine bağlılıkla varlığımızı sürdürmemiz mümkün değildir ” sözüyle, bilimin toplumların ilerlemesi için bir gereklilik olduğuna vurgu yaparak, bilimi benimsemeyen toplumların çağdaş uygarlık düzeyine ulaşamayacağına dikkat çekmiştir. Bugün dünyada pek çok ülke, bilimde ve teknikte çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak için, fen bilimleri öğretim programlarında değişikliklere giderek, fen bilimleri öğretimi ile “Fen (Bilim) okuryazarı” bireyler yetiştirmeyi amaç edinmiştir. Ülkemizde de son olarak 2018 yılında yapılan değişiklikle, 3. Sınıftan 8. Sınıfa kadar okutulmakta olan fen bilimleri dersi öğretim programı yenilenmiş ve vizyonu “Tüm bireylerin Fen (Bilim) okuryazarı olarak yetişmesi ” olarak belirlenmiştir. Fen (Bilim) okuryazarı bireyler, bilgiyi araştırır, sorgular ve zamanla değişebileceğini kendi akıl gücü, yaratıcı düşünme ve yaptığı araştırmalar sonucunda fark eder. Bilginin zihinsel süreçlerde işlenmesinde, bireyin içinde bulunduğu kültüre ait değerlerin, toplumsal yapının ve inançların etkili olduğunun farkındadır. Kısacası, bilim okuryazarı bireyler, bilimsel bilginin ne olduğu, nasıl üretildiği ve süreç içerisinde nasıl geliştiğini kapsayan “Bilimin Doğası” kavramını anlayabilen bireylerdir. Bu bireylerin yetişmesinde büyük rol oynayan öğretmenlerin, üniversiteden mezun olmadan bilimin doğası anlayışlarının geliştirilmesi ve eksik olan yönlerinin iyileştirilmesi gerekmektedir. xvi Bu kitap, üniversitelerde öğrenim görmekte olan lisans ve lisansüstü öğrencilerin ve öğretmenlerin bilime ve bilimin doğasına olan bakış açılarını değiştirmeyi amaçlamaktadır. Eski çağlardan günümüze tarihsel bir bakış içerisinde ve bilim felsefesi ışığında, bilimin ne olduğu, bilimin doğasının ortaya çıkışının ve değişen yüzünün yansıtıldığı, bilimin doğasının nasıl öğretileceği ve sorgulamaya dayalı bilim eğitiminin öneminin açıkça ifade edildiği; bilimsel bilgi üretiminde gözlemin oynadığı rolün açıklandığı, bilimin toplumsal katılım açısından irdelendiği, bilimin doğasının öğretiminde kullanılan etkinliklerin tanıtıldığı ve son olarak öğretmenlerin, öğretmen adaylarının ve öğrencilerin bilimin doğasına yönelik görüşlerinin özetlendiği “Bilimin Doğası, Gelişimi ve Öğretimi” kitabı alanında uzman akademisyenlerin özverili çalışmaları sonucunda ortaya konmuştur. Öğrencilerin ve öğretmenlerin bilime ve bilimin doğasına olan bakış açılarını değiştirme konusunda Türkiye’de önemli bir boşluğu dolduracağı inancıyla hazırlanan kitabın bilim ve bilimin doğası hakkında bilgi sahibi olmak isteyen lisans ve lisansüstü öğretmen adaylarına ve öğretmenlere yararlı olacağı ve alana katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Kitabın hazırlanmasında önerileri ve görüşleri ile katkılarını esirgemeyen, destek olan ve büyük bir özveriyle çalışan bölüm yazarı değerli hocalarım Prof. Dr. Mehmet Elgin’e, Prof. Dr. Ayşe Oğuz Ünver’e, Prof. Dr. Gül Ünal Çoban’a, Doç. Dr. Oğuz Özdemir’e, Doç. Dr. Kadir Bilen’e, Prof. Dr. Kemal Yürümezoğlu’na, Doç. Dr. Mustafa Serdar Köksal’a, Doç. Dr. Zeki Apaydın’a, Dr. Öğretim Üyesi Pelin Ertekin’e ve Fen Bilimleri Öğretmeni Barış Özden’e sonsuz teşekkürlerimi sunarım. Kitabımızın hazırlanması sürecindeki yardımları için Araştırma Görevlisi Emrah Hiğde’ye ayrıca teşekkür ederim. Kitabın basımını gerçekleştiren Anı Yayıncılık ailesinden başta Özer Daşcan olmak üzere Dilek Ertuğrul’a, İlhan Ünver’e, Özlem Fırat’a, Kezban Kılıçoğlu’na ve ismini sayamadığım tüm çalışma ekibine yardımlarından dolayı teşekkürlerimi sunarım.
Verilerin aktarımı devam etmektedir
Bu kitap aşağıdaki Dijital Hak Yönetimi (DRM) Koşullarıyla belirlenen süre için kullanılabilmektedir:
Değerli kullanıcımız, indirmek istediğiniz kaynak 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri kanunu kapsamında kullandırılmakta olup, telif hakları doğrultusunda 3 gün süreyle şifreli olarak indirilecektir. Süreniz dolduğunda ilgili kaynağa çevrimdışı erişim hakkınız bitecektir. Bu kapsamda kaynağı indirmeye devam etmek ister misiniz?
İndirdiğiniz kaynağı görüntülemek için yönergeyi takip ediniz