Düşünce tarihinin belki de en önemli belirlemelerinden birisi “Bilgi güçtür.” yargısıdır. İnsanoğlunun dünya yüzüne atıldığı andan itibaren bu sözün bilinciyle hareket ettiğini söylemek olanaklı olmasa da, insanoğlu, hayatta kalmanın ve yüzyıllar ötesinden bugüne varlığıyla birlikte taşıdığı maddi-manevi kalıtın, bilgiyi üreten bir bilinci olduğunun ve dünyayı paylaşmak durumunda kaldığı diğer canlılardan bu yönüyle ayrıldığının en önemli göstergesi olarak karşımızda durmaktadır. On binlerce yıl öncesinde barınmak için kullandığı mağaraların duvarlarını büyük bir incelik ve beğeni duygusuyla, yendiği hayvanların resimleriyle süslemeye başladığı andan itibaren, yeryüzündeki serüveninin yeni bir evresine geçmiş oluyordu. Bu, aklını kullanarak çevresini kontrol altına almasını sağlayacak araçları yapmaya başladığı evredir. O yüzden bilim tarihi uzmanları bilimi, “çevresi üzerinde kontrol kazanan insanın davranış kalıbı” olarak tanımlamaktadır. Bu, bilimin birçok tanımından birisi olmakla birlikte, yukarıda değinilen gerçekliğe vurgu yapması bakımından değerli bir belirlemedir. Çünkü mağaranın karanlığından aydınlığın konforuna kendisini taşıyan insanın, aslında içinde yaşadığı doğayı daha iyi tanıması sonucu önce onun bilgisini elde ettiği ve ardından bu bilgilerden yararlanarak daha güvenli, daha rahat yaşama olanağına sahip olmayı başardığı anlaşılmaktadır. İşte Bilim Tarihi adlı bu çalışma, başlangıcından günümüze kadar bilimler alanında ortaya konulmuş gelişmelerin öyküsünü, zamandizinsel ve olgusal olarak sergilemek için kaleme alınmıştır. Kitapta bilimsel gelişme süreci, Doğu ve Batı kültür çevrelerindeki gelişimi dikkate alınarak ele alınmış, özellikle alanında seçkin bir noktaya ulaşmış ve haklı bir ün kazanmış olan bilim insanlarının başarılarının tanıtılmasına da ayrıca özen gösterilmiştir